31 Aralık 2009 Perşembe

otuzbironikiikibindokuz


Hadi artık bitsin bu telaşe çünkü bu yıl noel babadan korkan bir cücenin annesiyim, her yerde karşımıza çıkıyor doğal olarak noel babalar hatta ablalar ve sonra bizimkinin kendine gelmesi epey bir vaktimizi alıyor, çok gülüyorum bu korkusuna nereden geldi hiçbir fikrim yok ama ciddi anlamda korkuyor :)
Kar ve soğuk olmadığından mıdır nedir bir türlü havaya giremedim bende bu sene.
Kelimenin tam anlamıyla yorgun bir yıldı benim için ama mutlu bir yıl..
Kızımın ilk doğum gününü kutladığımız bir yıl olarak kalacak hafızamda
Küçücük bir şeyin beni ne kadar mutlu edebildiğini öğrendiğim bir yıl..
Bugüne kadar hiç kimsenin gözlerimin içine böyle güzel bakmadığını anladığım bir yıl..
Ve hiç kimsenin beni bu kadar güldüremediğini öğrendiğim bir yıl
Büyüdüm bu sene ben, geçen seneden daha çok sabretmeyi öğrendim,
“Kendime ayıracak bir beş dakikam yok” dendiğinde ne demek istendiğini anladığım bir yıl
Çok sorguladığım, kendimden pek memnun olmadığım, bir türlü beynimi dinlendirmediğim bir yıl. Sadece bir saat kendimle kalabilmek için çoğu zaman gece yarısını beklemek zorunda olduğum bir yıldı. “off yaa ne sıkıcı hiç bir şey yapmak istemiyor canım” diye düşündüğüm günler vardı bir zamanlar onları çook özlediğim yıl..
Bazı geceler uyusun diye gözünün içine baktığım bir cücenin, uyumamak için direnmesi ve sürekli “bana sarıl” cümlesini duymaktan sıkıntı bastığı gece yarılarının devamının bol pişmanlık ve gözyaşıyla bittiği bir yıl…
Daha yalnız olduğum bir yıl,
Bazen şefkate ihtiyaç duyduğum, bazen aşka ihtiyaç duyduğum, bazen beni anlayacak birilerine ihtiyaç duyduğum bir yıl…
Bazen de amannn be her şeyin var işte daha ne istiyorsun dediğim karmakarışık bir yıl…
Bugünkü ruh halimde bunları yazdığım için ve dün gece çook kötü geçtiği için kötü bir yıl izlenimi veriyor şu yazdıklarım..
Ama güzeldi yine de düşününce, anne olmak ne demek, bebek kokusuyla uyumak ne demek, ölesiye sevmek ne demek hepsini daha net öğrendiğim yıl…
Kızım için dilediklerim sığmaz buralara, sadece yanımda olduğu için şükretmek bile yeter…
Benim için 2010 neler getireceksin bilmiyorum ama huzur ver bana, sakinlik ver, mutluluk ver, sağlık ver, yeni hayatlar varsa önümde onlar için cesaret ver, seçimlerimden pişman olmayacağım kararlar ver bana..
İşte böyle benim ruh halim, karmakarışık, bir anda dipte, bir anda en üstte..
Daha yazıyı bitirmeden güzel çiçek kokuları, pembe sarı beyaz papatyalar getirdi beni kendime…Herkesin umut ettiği kadar iyi ol 2010....

28 Aralık 2009 Pazartesi

"gülümse bir kez benim için eğer duyuyorsan"


bazen...

rüzgara karşı yürümeyi,
kulağımdaki şebnem ferah sesini,
kahve makinamı,
insanlardan ve telefondan uzak durmayı,
internetten bile uzak durmayı,
siyah boğazlı kazağımı giymeyi,
kitap okumayı,
abur cubur sürekli bişeyler atıştırmayı,
battaniyemi,
siyah ojelerimi,
hayaller kurmayı,
lise - ünv. günlerimi düşünmeyi,
özlemeyi,
fotoğrafları karıştırmayı,
susmayı,
kızımın sıcaklığını,
elmalı kurabiye kokusunu,
daha çok seviyorum...


geçimsizim bu günlerde....

25 Aralık 2009 Cuma

kalabalık bir davetteyiz, hepimiz şık ..
ama bizim bir farkımız var biz iki koca göbek hatunuz, burada karşılaşmışız ve ikimizde son günlerimizi yaşamanın sıkıntılarını paylaşırcasına karşıdan birbirimize göz kırpıyoruz...
yaklaşmış olan doğum ikimizi de strese sokmuş belli sürekli saatimizi kontrol ediyoruz, belki bişeylerin habercisi ama henüz farkında değiliz.
ilerleyen saatlerde kısa bir sohbet yapıyoruz, doğacak bebişlerin cinsiyetinden, doğumun tarihi falan filan, yani iki hamile bayan karşılaştığında ne konuşursa onlar, farklı birşey yok..
arada dans ediyoruz, ikimizinde elinde birer kadeh, uzaktan bakıyorum bazen içiyor mu acaba diye.
müzik yüksek, içerisi kalabalık, birden kalabalığın arasında bir telaş farkediyorum ve hemen anlıyorum telaşın nedenini, doğum başlamış...
hemen yanına gidiyorum, heyecanlı görünüyor, benim ilk doğumum diyor, suyum geldi, ne yaparım bilmiyorum lütfen benimle gel, o güne kadar hiç görmediğim bir kadın ama onu kırmak hele bu durumda üzmek hiç istemiyorum.
hangi hastaneye gideceksiniz diye soruyorum, söylediği hastane benim doğum yapacağım hastaneye uzak aslında, kafamda bir sürü soru, ama istemiyorum üzülsün tamam diyorum hadi gidelim..
yol nasıl geçiyor bilmiyorum, doğumhanedeyiz ve sancı çekiyorum...
ona bakıyorum onun doğum daha hızlı ilerlemiş, peki ben bu duruma nasıl ne zaman geldim
çok şişman görünüyor gözüme çıplak haliyle ve o koca göbeğiyle
bende mi böyle görünüyorum acaba dışarıdan bakınca diyorum bir köşede beklerken..
bir sürü hemşire var içeride ama ben kendi halimde bekliyorum, kalp atışlarını dinlemeniz lazım bebeğimin diyorum, doğum başladı, henüz gerek yok diyorlar ve diğer doğumla ilgilenmeye başlıyorlar.
sancılar sıklaşıyor, kasılıyorum ve şiddetli ağrıları hissediyorum, tanıdığım hiç kimse yok..
doktorumu buraya çağırmışlar yoldaymış geliyor diyorlar,
neden başka kimse yok bilmiyorum, sadece ona bakıyorum, nasıl acı çektiğine ve ne kadar sabırlı olduğuna...
doktorum giriyor içeriye o sırada hızla ve onu gördüğüm için o kadar mutluyum ki,
o sırada beni bu kadar rahatlacak başka birisi olamazdı herhalde..
neden makinaya bağlı olmadığımı soruyor, anlatıyorum herşeyi en başından, hemşirelere talimatları veriyor ve birilerinin benimle ilgilenmesini sağlıyor
lütfen diyorum epidural yapalım, sancılar çok şiddetlendi, ama henüz hazır olmadığımı söylüyor, biraz daha sabretmemi...
ona bakıyorum yine, ıkınıyor, koca göbeğini görüyorum yattığım yerden, az kaldığını anlıyorum daha önceki tecrübemden..
ıkın diyorlar hep birlikte ve hemşirenin elini sıktığını görüyorum, ben şanslıydım kocam yanımdaydı hep onun elini tutmuştum diye düşünüyorum.
yine bir ıkın sesi ve kesik bir çığlık
bitecek biliyorum az sonra kurtulacak bu acıdan ve gülümsemeye başlayacak
acaba benim ne kadar zamanım var daha, ona konsantre olduğumda unutuyorum bazen kendi acımı, ama o kasılmalar zorluyor çoğu zaman beni...
tamam ıkınma artık diyen ses çınlıyor kulaklarımda
ve bir ağlama sesi...

yüksek sesle "ohhh be" diyorum

çünkü uyanıyorum...



insan rüyada bu kadar gerçek acı çekebilir mi, bu sancılar rüyada bile bu kadar şiddetli olabilir mi ve insan saatler süren sancıları acıları unutup nasıl tekrar aynı şeye cesaret edebilir ve uykudan uyandığına bu kadar sevinir mi bilmiyorumm...

24 Aralık 2009 Perşembe

kader..

hesaplar yaparız sonumuzu bilemeden
dünyalar kurarız dengimizi bulamadan
acılar çekeriz hesabını soramadan
yeminler ederiz
tutamadan çeker gideriz....

bir haftadır dinlediğim albüm, uzun zamandır beklediğim ..

kadere inat insanoğlu hayal kurmaya
yazgım değişir diye inanmaya devam edermiş.....

bana eski günleri hatırlatıyor, çok eski....

15 Aralık 2009 Salı

saklambaç


Dün eski çantalarımı temizleme, elden geçirme çalışması yaparken bir tanesinin içinde hamileyken yazdığım bir mektup buldum. Dila’ya yazmışım, 30 haftalık hamileymişim ve o gün doktor kontrolüne gitmişiz heyecanla. Kız kardeşimde (sanki başka kardeşim varmış gibi) bizimle birlikte gelmiş o gün. Ultrasonda görmeye çalışmışız ama uyuduğu için bize pek yüz vermemiş küçük cadı. Daha bir sürü detay o güne dair, o kadar hoşuma gitti ki birden o günlere gittim, unuttuğum bir sürü detay vardı o günlere dair, keşke dedim daha önce başlasaymışım yazmaya atlamasaymışım hiçbir şeyi, gerçi biriktirdiğim bir sürü şey var ama yine de hep eksik kalmış gibi hissediyorum..
Mesela düşündüm düşündüm bulamadım, hamileyken o kadar dikkat ediyordum yediğim içtiğim her şeye, acaba sabahları evden çıkmadan önce kahvaltı yapıyor muydum? Bir türlü hatırlayamadım, şimdi mutfağa çıkıp bir bardak su içmeye vaktim olmuyor koşuşturmaktan acaba o rahat günlerde kendime güzel bir kahvaltı hazırlayıp sabah haberlerini izlerken kahvaltımı yapıp öyle mi çıkıyordum yola, ya da akşamları eve geldiğimde ayaklarımı uzatıp doya doya keyfini çıkardım mı acaba??
Eskiden de günlük tutardım, pek günlük olmazdı ama kendimce önemli hissettiğim her şeyi yazardım, akşamları odama çekilip yazdığım anlar iyi gelirdi bana. Uzun uzun, detaylı detaylı anlatırdım her şeyi, hala durur o ajandalar, hayatımın dönemeçleri saklı içlerinde. Benim hafıza biraz zayıf bu konularda, eski bir arkadaşla konuşurken o anlatır ben dinlerim eskileri “hadi yaa öyle mi olmuştu” “ayy evet şimdi hatırladım” cümlelerini bol bol kullanırım.
Gittiğim gezdiğim yerleri de unuturum hep, ailede herkes her ayrıntıyı hatırlar, yediğimiz yemeğe kadar, ben kaldığımız otelleri bile hatırlamam çoğu zaman, iyi ki fotoğraflar var yoksa geçmiş benden çoktan gitmiş olacak..
Bir yerden tutmam lazım, gitmesine izin vermemem lazım çünkü belki de hayatımın en önemli anlarını, günlerini yaşıyorum, bir çocuğum daha olmayacak büyük ihtimalle, o yüzden her detayı saklamak her şeyi yastık altı yapmak istiyorum hayatıma dair, keşke beynimde bir fotoğraf albümü olsaydı diyorum bazen, tarih gireyim ve o tarihe ait fotoğraflar bilgilerle birlikte gelsin gözümün önüne, iyi fikir bence…
O yüzden bir şeyler yazmak istiyorum, sadece karalamak bile olsa, dönüp baktığımda bana bu günleri hatırlatacak birkaç satır olsun istiyorum, kök salmak istiyorum...

14 Aralık 2009 Pazartesi

yeni hafta


Bu sabah uyanır uyanmaz balkon kapısını açtım ve buzz gibi hava doldu içeriye..
İşte Aralık ayı bu dedim
Soğuk hava alt kattaki odalara ulaşmasın, uykudan henüz uyanmamış kuzuyu üşütmesin diye tadını pek çıkaramadım,
Hızlıca giyindim hazırlandım ve öpücüklerle birazda zorla da olsa Dila’yı uyandırdım, bir insan gözünü açtığı gibi bu kadar mı enerjik olur. Bazı günler saatlerce ayılamaz uyku durumundan, gözünü bir türlü açamaz, bazı günlerde tam tersi, daha gözünü açar açmaz atıyor kendini yataktan dışarıya
Bu sabahta onlardan biriydi, gözünü açar açmaz kolye, ruj, toka diye sayıklamaya başladı, gördü tabi ben hazırlanmışım işe gitmek için, aynılarından onda da olmalı mutlaka, ona uygun olanlarıyla tamamladık isteklerini mutlu mesut çıktık evden
Otopark karanlık ve yine soğuk, bindik arabaya, daha araba çalışır çalışmaz “benim şarkımı aç” nameleri başladı
Şarkı başladı ve yola çıktık
Yol kısa annemler ile aynı cadde üzerinde oturduğumuz için neredeyse 2 dk içinde daha şarkı yarısına gelmeden yol bitmişti
Hafta içi mesaisi için Dila’yı mekana teslim ettim, daha apartmana girer girmez başlıyor dedeee dedeee çığlıkları atmaya, ikisinin arasındaki aşk gözle görünür cinsten…
İndim tekrar aşağıya ve dedim araba sen dur burada akşama görüşürüz, yürüyeceğim bugün
Üzerimdeki mont kışa uygun değil, arabaya uygun
Ama ben kararlı, çıktık yola
Buzzzz gibi hava ve hafif güneş
Nasıl güzel geldi sabah sabah
İçime çektim ikisini de
Hava dondurdu resmen ama kısacıkta olsa sabah yürüyüşü bu kadar mı iyi gelir
Yeni haftaya bu kadar mı güzel ve dinç başlanır
Bıırrrrr bazen seviyorum üşümeyi…..

7 Aralık 2009 Pazartesi

bi şeyler...


Değişik bir şey yok, bol kahve var, keyif var, gülümsemek istersek eğer çok sebep var, ama yok eğer sıkkınsa canımız ya da hava biraz kapalıysa surat asmak içinde çok sebep var..

Öyle böyle geçiyor günler, ofisteki günler sıkıcı ve durgun, evdekiler ise tam tersine bol hareketli, danslı, müzikli..

Tüm bunların arasında yine de sıkıcı bi şeyler var, yazma isteğim yok, belki de hiç bir şey yapma isteğim yok, ama bol bol “hiç bir şeye yetişemiyorum” lafım var..

Evet yetişemiyorum, yetişmek istediklerim mi beni aşıyor, ben mi çok yavaş kalıyorum bilmiyorum ama sanki hep bir şeyler eksik kalıyormuş hissi var…

Var işte bişeyler, hani hiç bir şey yokken, illa bişeyler bulan tipler vardır ya onlardan mıyım acaba, bu durgunluk sıkıntı veriyor bana…

Kokular var hayatımda ve hatıralar..
“Parfümün Dansı” kitabını bir daha okuyasım var, hemen bu akşam başlamalıyım..
Limonlu kek kokusu var mesela, hatırlattığı kişinin şen kahkalarıyla…
“Polo sport” kokusu var, özlenen bir dostu hatırlatan…
Toparlanmayan düşünceler, yazınca hiç bir şeye benzemeyen planlar
Aa unutmadan bir de bu aralar alışveriş yapma isteği var acayip boyutlarda
Özellikle, ayakkabı, çanta ve kemer takıntısı var
Sürekli kendimi internet sitelerinde bunların arasında buluyorum, yılbaşı yaklaşırken bir sürü hediye alasım var, beni çağırıyor rengarenk süslenmiş mağazalar, bayılıyorum yılbaşı alışverişine..
Çam ağacını durduğu kutudan çıkarmak ve bu sene çok daha keyifli olacağını düşündüğüm süsleme işi var aklımda..
Aralık ayı yavaş geç, yapacak çok şey var….

19 Kasım 2009 Perşembe

oyuncu

Bi oyun var facebook’ta oynuyorum, bi işe yaradığı yok aslında bejeweled diye bir oyun, aynı renkte olanları patlatıyorsun gibi bir mantığı ve de bir süresi var, 1 dk içinde alıyorsun puanları,
Taktım bu aralar sürekli oynuyorum, alıyorum puanları mutlu mesut genelde birinci olarak kapatıyor(d)um haftayı, her hafta puanlar sıfırlanıyor.
Facede bir arkadaş çok severim kendisini (?) o da başlamış oynamaya, ama hatun benden yüksek puan yapıyor ve beni delirtiyor, çıldırtıyor
Bir türlü rahat edemiyorum onun puanını gördükçe, oyunu bir türlü kapatamıyorum bi kere daha, bi kere daha, kesin bu sefer geçeceğim diye diye başından kalkamıyorum,
Gece uykusuzluk filan umurumda değil, bütün gün zaten bilgisayar başında oturmuşum o da umurumda değil, evde herkes uyuduktan sonra oturuyorum oyunun başına ve kalkamıyorum bir türlü..
Yok geçemiyorum geçemiyorum, hani sevdiğim bir tip olsa oynayan şahıs çok umursamayacağım ama kıza zaten kılım, bir de oyunda benden yüksek puan alması beni sinirrr ediyor..
Ya bileğim felç olacak oyunu oynamaktan, ya kızı sileceğim durup dururken listemden (hehehehe aynı zamanda akrabam oluyor o yüzden biraz zor)
ya da sürekli gözümün önünden aynı şekillerin geçmesinden tırlatacağım yakında
çok vakit kaybetmeden dönüyorum oyunun başına hemennnn...

12 Kasım 2009 Perşembe

660*

uyumak için yatağa uzanmışız,
yanyana yatıyoruz ve göz gözeyiz,
bir süre hiç konuşmadan sadece bakışıyoruz,
uzun uzun bakışıyoruz sözsüz,
sonra elleri yüzümde dolaşmaya başlıyor,
ama çok yumuşak dokunuşlar,
yavaşça saçlarıma doğru kayıyor elleri,
tutuyorum uzun uzun öpüyorum o parmakları,
sonra bırakıyorum yine bulduğum yere ve o devam ediyor saçlarımın arasında parmaklarını dolaştırmaya,
bir ara karanlıkta kocaman kara gözlerini açarak yüzüme dikkatlice bakıyor,
uzun uzun bakıyor bu sefer
ve o iki kelime dökülüyor ağzından
"ceni ceiiyomm"
neye uğradığım şaşırıyor
hep söyleyen ben olmuştum bu güne kadar
ondan ilk defa duyuyorum ve kelimenin tam anlamıyla eriyorum...

*660; doğumdan beri geçen gün sayısı...

9 Kasım 2009 Pazartesi

içime huzur kaçtı...















hani bazı günler vardır, hiç bitmesin deriz, günü içimize çekmek isteriz
pazar günü onlardan biriydi, ne olur bitmesin güneş biraz daha bizimle kalsın, gitmeyelim buradan, hayır Kasım ayında değiliz, bu olsa olsa Mart olabilir ve arkasından Nisan gelecek diyerek bitirdim günü...
evet içime huzur kaçtı ve orada hapsetmek istedim o huzuru..









5 Kasım 2009 Perşembe

bu aralar...

istanbulda yaşama isteğim yine depreşti..
işte bu konsere gitmek istiyorum, orada olmak istiyorum, bu tip şeyler hep istanbulda olduğu için bende orada yaşamak istiyorum..
Uzak mı, gidilmez mi ??
hayır değil ama sürekli organize etmek, ayarlamak, gitmek, dönmek değil ben bu şehrin içinde olmak istiyorum..
bu sebeptendir sürekli emlak sitelerinde dolaşıp çeşitli semtlerde satılık-kiralık ilanlara bakıp bakıp hayaller kurmam
her sabah mutlaka yol durumunu dinlemem, nerelerin tıkalı olduğunu, köprüde kaza olup olmadığını takip etmem..
seviyorum ben bu şehri ne yapayım...
istanbulum geldi....


işte bunlardan istiyorum, kış gecelerimize şıklıklarıyla eşlik etsinler istiyorum, şu fincanı ve böyle güzel bir düşünülmüş ve yapılmış kurabiyeleri görünce kanat takıp uçasım var.
araştırmalardayım...


boşver kurabiye filan düşünmeyi, amacına odaklan ve ver şu 5 kiloyu daha,
sen mutlu ben mutlu demek istiyorum kendime...

4 Kasım 2009 Çarşamba

superman olmak lazım...


o kadar hızlı geçiyor ki günler, hiç bişey anlamadan bitiyor ve yenisi başlıyor
acayip yorgun hissediyorum bugünlerde kendimi, sonbaharın getirmiş olduğu bi durum mu yoksa gerçekten yaşlanıyor muyum anlamıyorum..
hiç bir şeye yetişememe durumu var, kendine vakit ayıramama, kızıma yeterince vakit ayırama, kafamdan geçen düşüncelere bile yetişemiyorum bu aralar...
bazen ev hanımı olarak hayal ediyorum kendimi, sabahları ofise gelirken sürekli pencerelere bakıyorum, kimin çalışıp kimin ev hanımı olduğunu tahmin etmeye çalışıyorum ve kendimi onların yerine koyuyorum..
uyanmalı diyorum sabah çok erken olmayan bir saatte, gerinerek ve yatak keyfi yaparak çıkmalı yataktan, yavaşça banyoya gitmeli, acele etmeye gerek yok oranın bile tadını çıkarmak lazım, sonra mutfağa doğru yol almalı ama önce televizyona bir göz atmalı..
iki dilim ekmek kızartmalı, çilek reçeli bazen nutella ve bir fincan kahve yeter bu sabah çaya gerek yok demeli..
böyle uzayıp giden, sonunda çamaşır yıkanan, kurutulan, evde yapılamayan bir sürü iş için planlar yapılan, öğleden sonraları mutlaka dışarıda bir arkadaşla geçirilen, aheste hareketle alışveriş merkezlerinin dolaşıldığı hayaller kurarak geliyorum ofise...
sonra başlıyorum çalışmaya :((
bu ara bir de diş tedavim başladı, hamilelik döneminde kalsiyum eksikliğinden herhalde kırılan dişlerim vardı, uzun zamandır ertelemiştim ama daha fazla dayanamadım ve tedaviye başladım, o yüzden hepten keyifsiz herşey, uzun sürecek bir tedavi gibi görünüyor, ne yediğim yemekten ne de kahveden tat alabiliyorum :((
hiç birşey yapmıyorum bu günlerde, bol bol okuyorum sürekli okuyorum, okudukça kafam karışıyor, bir taraftan domuz gribi haberleri bir taraftan GDO belası..
işin içinden çıkamıyorum, nasıl bir yere doğru ilerliyoruz diye iyice karamsar oluyorum..
tüm bunların arasında kuzum var, hızla büyüyen bir kıvırcık kuzum..
cır cır cır konuşan bu aralar, uykudan uyandığı gibi cümleler kurmaya başlayan ve her kurduğu cümle ile beni iyice şaşırtan bir cücenin annesiyim, hayatımın en keyifli günleri bunlar biliyorum ve tadını çıkartmaya çalışıyorum...
geçen sabah evden çıktığımızda ayaklarımızın dibinde gezinen bir kedi için
"kedinin karnı acıkmış mama arıyor galiba" dedim, ilk önce elindeki fıstığı vermeye çalıştı ama "yok kızım kediler fıstık yiyemez" dediğimde eğilip kedinin duyacağı mesafeden " kedi markette mama var" dedi :)))
işte böyle süprizlerle dolu hayatımız bu aralar, sürekli telefonlaşıp biliyor musun bugün ne dedi, hahahaa şu cümleyi kurdu, aaa nereden duymuş acaba dediğimiz o kadar çok şey oluyor ki, sürekli bizi şaşırtmaya devam ediyor..
seviyoruz biz bu çirkin bızdığı hemde çok......

28 Ekim 2009 Çarşamba

cumhuriyet


Cumhuriyetin 86. yılı
her yıl olduğundan daha coşkulu kutlayacağız bu yıl, hem bizim kızımızla kutlayacağımız ilk bayramımız olacak. Geçen yılda kutlamıştık gerçi ama bu seneki gibi bilinçli değildi, şimdiden bayrakları sallamaya başladı..
İstanbula gidiyoruz bu yıl, orada olacağız bayramda ve Bağdat caddesinde katılacağız cumhuriyet yürüyüşüne..
aslında söylenecek çok şey var ama şu mutlu Atatürk fotoğrafının altında kötü şeylerden bahsetmek istemiyorum..
Cumhuriyetimiz kutlu olsun...

27 Ekim 2009 Salı

sen mi götürüyorsun senden mi götürüyor...

günlerden cumartesi, güneşli bir ekim günü, bugünü değerlendirelim, kapalı mekanlar yerine oksijen alabileceğimiz yerlere gidelim. biri 3,5 yaşında birisi de 2 yaşına yaklaşmış ufaklıklarla birlikte olunca hayvanat bahçesi fikri aklımıza geliyor.
hayvanat bahçesinin otoparkında buluşmak için sözleşiyoruz, tam buluşacağımız noktaya varmak üzereyken Dila arabada uykuya dalıyor, buluşuyoruz ama Dila uyuduğu için uyanmasını beklemeye başlıyoruz. Beklerken de hazırladığımız çay-kahve kek-börekleri hemen arabaların yanındaki yeşillik alanda yemeye karar veriyoruz.
arabaların yanı dediğim gerçekten hemen yanı, en fazla 2 mt vardır aramızda, Dila arabada uyuduğu için arabanın camlarını aralık bırakıyoruz ve kapıları kilitlemiyoruz çünkü çok yakınız zaten..
çay-kahve muhabbetine dalmışken, birden arabanın kapısının aralandığını farkediyorum ama saniyelik bir olay, kapı açıldı diyerek hemen fırlıyorum ve yerde bir kız görüyorum, genç bir kız, 17-18 yaşlarında, saçlarını örmüş, makyajını yapmış, jean ve tshirtünü giymiş bir kız, beni görünce abla topum kaçtı arabanın altına diyor.
bakakalıyorum önce inanıyorum ama sonra kapı niye açık derken bir bakıyorum bacaklarının arasında çantam, fermuarı açık cüzdan en üstte, panik oluyorum, bizimkilere sesleniyorum, onlarda kızı görmedikleri için kedi filan gelmiş zannediyorlar, kapının aralandığını belki farketmiyorlar belki de ben o panikle onlara derdimi anlatamıyorum, bir elimde kahve fincanı kızın kaçıp gitmesini engellemeye çalışıyorum, çünkü bilmiyorum cep telefonumu aldı mı ya da cüzdanımı açıp içindeki paraları aldımı.
galiba kız da acemi çünkü bir hareketle beni itip kalkıp gidebilir, ama o benden daha çok panik oluyor ve abla topumu arıyorum diyor, bense hala peki çantamda ne arıyorsun diyorum, ne cevap bekliyorsam...
kız bi taraftan sürekli arkaya birilerine bakıyor ve bende onun baktığı tarafa doğru dönünce hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlıyor,
o sırada gelen bizimkiler kızın peşinden gidiyorlar, ama kız sürekli topumu arıyorum diyor başka bişey demiyor, biz hemen çantaları kontrol ediyoruz, herşey tamam eksik bişey yok..
bu durumda yapacak birşeyde yok maalesef, polise haber versek ortada delil yok suç yok, kız durumdan kurtarır kendini sadece topumu arıyorum diyerek ve öylece gidiyor elini kolunu sallayarak
baka kalıyorum arkasından genç kızın, upuzun saç örgüsüne, spor ayakkabılarına, kocaman tokasına takılıyor gözüm, herşey o kadar normal ki...
neleri feda ediyorsun bütün bunlar için farkındamısın demek geliyor içimden anlamayacağını bile bile....

22 Ekim 2009 Perşembe

son iki hafta

bitmek bilmeyen denetimler, kontroller, incelemeler, bütün bir yılı 15 güne sığdırma çabaları...

bütün bunların arasına biraz renk katmak lazım, rakamlar zaten yeterince sıkıcı ve siyah, biraz renk olmazsa hiç bitmeyecek gibi geliyordu, yarın son gün ve bitecek gidecek sadece şimdilik tabiki..

en bunaldığımız zamanlarda attık kendimizi üretime, inceledik dokunan kumaşları, dinledik makinaların seslerini, iplikler, renkler, döşemelik kumaşlar bulanmış beynimizi silkelediler biraz.




















iplikler vardı her yerde, devasa makaralar vardı, hani şu evde kullandıklarımızdan ama onların kaç yüz milyon katı büyüklükte olduklarını bilmediğim ve renklerine hayran kaldığım ipler ve makaralar, o makaralarla döşenen kumaşların bu kadar zevksiz olabileceğini ve bunların arap ülkelerinde kapış kapış gittiğini duyduğumda e biraz şaşırdım, yok mu hiç aralarında bana göre de bişeyler, karıştırmam lazım biraz....

bugün



İşler çok, denetim henüz bitmedi, ama çok az kaldı..

En azından ofisimde ve masamdayım artık, yine rakamlar, toplama, çarpma, bölme arasında olsamda.

Günün güzel tarafı Rihanna, bu hatunun sesi hep güzeldi de şarkılarının bu kadar güzel olduğunu bugün farkettim.

hep hoşuma gitmiştir zenci gırtlağından çıkan ses, seviyorum onların yaptığı müziği dinlemeyi ...

Russian Roulette ise günün favorisi oldu, bence müthiş..

20 Ekim 2009 Salı

uykusuz ve keyifli gece..


bütün bir hafta rakamlarla, denyelerle, polyesterlerle, ipliklerle geçince ve gelecek hafta da aynı şekilde devam edecek olunca, cuma gecesinin sessizliği ve keyfinin güzelliği hiç birşeye değişilmez..

evde herkes uyumuştur, güzel bir kitap ve digiturk 441. kanal eşlik eder geceye...

13 Ekim 2009 Salı

yeşil pedal

acayip güzel bir hava var, Lodos, bursada pek yabancı olunmayan bir durum, sevmem aslında bu havaları, insanı bir acayip yapar. yolda yürüyemem, bakamam, göremem, tuhaf bir sersemlik yapar hatta düşünemem bile bu havalarda.

ama biraz önce tüm bunlara inat ofisimizin arkasındaki parka gittim, kocaman ağaçların rüzgarda çıkardıkları sesleri dinledim çok iyi geldi, hiç bir şey düşünmedim, rüzgara ve güneşe bıraktım kendimi seslere kulak verdim sadece, kendime geldim...

hafta sonu güzel bir gün vardı yine, sevgili koca bey pedal çevirdi..

"suyumuzun, enerjimizin, çevremizin ve ülkemizin geleceği sizin ellerinizde"

sloganıyla sabah erkenden düştü yollara, kaslara kuvvet diyerek yaklaşık 25 km yolu pedal çevirerek katetti...

ee tabi eski gençlik olmayınca, yeterince antremanlı olmayınca, varış noktasına varılacakta oradan nasıl geri dönülecek düşünülmeye başlandı ve imdada anne - kız biz yetiştik, dedik alırız biz seni Mudanya'dan, o kadar yorulacaksın, mesaj vereceksin, biz uyurken sen pedal çevireceksin...

hava da güzel olunca ohh dedik misss...

yine bir deniz havası alındı, baba - kızın deniz ve taş keyfi izlendi, herşeyiyle iyi geliyor böyle uzun geçen hafta sonları, artık uykuyu da problem etmiyoruz, çünkü hafta sonları bütün düzen değişiyor nasıl olsa ve uykusu geldiğinde biraz inatçılık filan yapıp, daha fazla dayanamayıp kolumda filan sızıp kalıyor, o kadar nazı çekiyoruz bizde arkasından gelecek sakin bir kaç saat için.




















ve o birkaç saatlik sakin zamanlar başlayınca ne yapacağımızı şaşırıyoruz, çay içelim, sessiz bir yer bulalım, dondurma yiyelim, bak havada çok güzel deniz manzaralı bir magnum süper olur, ben biraz gazete okumak istiyorum, bir türk kahvesi de içelim, şşşttt sessiz olll.....






12 Ekim 2009 Pazartesi

hazırım..


hafta sonu dolu dolu geçti, yorgunluğun aynı zamanda dinlenmenin tadına dibine vuruldu,

planlar yapıldı, renkli kalemlerle listeler hazırlandı, arkadaşlarla görüşüldü, yeni bir haftanın bütün hazırlıkları yapıldı ve hafta başladı..

hazırım...

8 Ekim 2009 Perşembe

sınırlar


Sınırlarım var, çizgilerim var, belirli noktalarım var benim. Ben söylerim durman gerektiğini ya da en azından mesaj veririm ki anlayasın, ama yok anlamıyorsan hala sınır ihlali yapmaya devam ediyorsan o zaman tehlike çanları çalmaya başlar.

Sevmiyorum vıcık vıcık ilişkileri, herkesle gereksiz yere samimi olmayı, bir kardeşim vardır yapış yapış olduğum bir de birkaç arkadaşım, onun dışında ciddiyimdir genelde, hatta dışarıdan bakıldığında soğuk olduğum bile söylenir, içerisi başka bir cennet :PP

Bütün sınırların ortadan kalktığı günlerde vardır, vıcıklığın dibine vurduğum, herşeye sulandığım, ciddi olmayı bir türlü başaramadığım, gerekli gereksiz sırıttığım, bu sırıtışa bir türlü engel olamadığım, sadece butona basılı tutmak gerekir böyle durumlarda açmak için, butona nasıl mı basılır, bazen bir fincan kahve ile, bazen bir çikolata ile, bazen bir ciklet ile, butona basmak ve açmak bu kadar kolay, ama açılınca toparlamak biraz zor galiba...

yine de çizgiyi geçmemek, düzeni bozmamak gerek :)


6 Ekim 2009 Salı

hafta sonu mu evet evet süperdi...

cumartesi sabahı hazırlanma telaşesi ile başladı, katılacağımız bir doğum günü partisi sonrasında ise deniz sefası vardı, böyle olunca hazırlıklar biraz uzun sürdü..
çok sohbetli, çok çocuklu, çok kahkahalı, çok yemeli içmeli, keyifli bir doğum günüydü..
doğum günü çocukları ikiz olunca, hemde biri kız biri erkek olunca daha bir güzeldi herşey sanki.farkında olarak geçirdiği ilk doğum günü partisi olunca, ilk başlarda biraz gergin, huysuz, ne yapacağını bilmez bir haldeydi bizim bızdık, ama sonra alıştı ortama ve tadını çıkardı doya doya.

Doğum günü partisi bitmiş ama gün henüz bitmemişti.


hava güzeldi, değerlendirmek gerekti..
ekim ayında belki de görebileceğimiz en güzel hava vardı, bir ara yağmur yağıyor, hemen arkasından güneş gülümsüyordu..
neredeyse denizin üzerinde yedik yemeklerimizi, ama tabi sonra Dila'yı tutmak mümkün olmadı, taş atalım denize diye tutturdu ve sahile indik..



taş attık denize, taşın suya çarptığı andaki sesini keşfettik, kahkalarla güldük, hep daha büyük taşlar attık ki ses daha kalın olsun, minik ellere sığabilecek en büyük taşları seçtik, fırlatabildiğimiz mesafe çoğu zaman kafamızın arkası bile olsa çook eğlendik, ohh be deniz iyi ki varsın iyi ki bize bu kadar yakınsın dedik...

























kuşlar vardı sonra, güvercinler, bir sürü güvercin ve onların arasında elleriyle onlara yem atan, "hadi yiyin" diye talimatlar veren, son kalan yemleri uzun bir süre avcundan bırakmayan, bırakmak istemeyen, onların yanından hiç ayrılmak istemeyen bir Dila vardı..





2 Ekim 2009 Cuma

yemek yapmak lazım ama nasıl


oooo yooooo bana yemek yap demeyin, benden yemek beklemeyin

eskiden hiç problem değildi, nasıl olsa yenecek birşeyler bi şekilde bulunur, işten eve gelmiş ve amacı sadece karın doyurmak olan bize yeterli gelirdi, ama tabi arada şöylee muhteşem masalar hazırlayıp, hem lezzetli hem de sağlıklı şeylerde yediğimiz oluyordu..

..du diye biten cümleler artık eskide kaldı, artık akşamları eve gittiğimizde sağlıklı bir şekilde beslenmesi gereken bir birey var evimizde, sadece makarna ile geçiştirilen ya da pizza ısmarlanan geceler uzak bu aralar.
uzun bir sürede uzak kalacak gibi görünüyor

bu durumda ne yapmak lazım, her gün akşama ne yemek pişirsem diye düşünmek ve bunu uygulamaya geçirmek lazım, peki var mı bende ondan, hayırrrrrr, hemde kocaman bir hayırrr...

sevmiyorum yemek yapmaktan nefret ediyorum, hergün acaba ne pişirsem diye düşünüp duruyorum, sonra bir bakıyorum ahaaa biz neredeyse dönüp dolaşıp hep aynı şeyleri yiyiyoruz, zaten etle aram hiçç yok, üstelik çıplak elle ete elleyemem, bu durumda seçenekler epeyce kısıtlanıyor, ben iyice soğuyorum bu işten..
temizlik yapayım, etrafı toparlıyayım hatta ütü yapayım, kurabiye yapayım, tart pişireyim miss gibi kokular saçayım her tarafa ama bana yemek yap demeyin, cidden geriliyorum..

ya da şöyle diyeyim, mutfağa gireyim, bütün malzemeler dizilmiş olsun tezgahın üzerine, gayet kendinden emin bir şekilde beni bekliyor olsunlar ve tabii onların birleşmesi sonucu ortaya çıkacak yemeği de bileyim, ee o zaman varım..

mümkün mü yok değil gibi görünüyor, ne yapmak lazım nasıl yapmak lazım, bu yemek yapmak işini nasıl çözmek lazım..

30 Eylül 2009 Çarşamba

sinir denen şey nasıl yatışır


İşten eve dönülmüştür, günlerden salı, henüz haftaya alışma çalışmaları.
bitmez tükenmez yorgunluk belirtileri, hafta sonu eser kalmayan ama hafta için bir türlü üzerimden atamadığım halsizlik..
yemek yenmiştir, böcükte bitmek tükenmek bilmeyen enerji koşuşturup durmakta, ama tabi mümkün değil tek başına olması, mutlaka yanında yakınında olunmalı, anne hadi kalk, anne hadi delll...
ama anne yorgun, anne işten gelmiş, anne bazen hiçç havasında değil, tabi bunu anlatmanın imkanı yok, bütün gün zaten özlüyoruz birbirimizi ama bazen cidden nefes almaya ihtiyacım oluyor. Tek başıma kaldığım bir yarım saate bile o kadar çok ihtiyacım olduğunu hissediyorum ki..
bu durum atlatılır bir şekilde, anneli babalı eğlencelerin sonu ve uykunun vakti gelmiştir artık, yatağa gidilir, yaklaşık iki saat odadan sıvışmak için can atılır, tam uykuya geçmiştir artık çıkıyorum dersin "aaannniii" diye bir ses, tekrar yatağa dönüş, tekrar aynı sahne, her gece aynı durum çekilir gibi değil, saat daha 22:00 ben uyku modunda değilim, iki dakika oturamadım salonda, okunacak bir kaç satır kitabım var, izlenecek bir iki program var, evde yapılması gereken işler var, ama yatakta o saatte geçirilen iki saatten sonra, bünyede ne kalkma istediği ne de o işleri yapma hevesi kalıyor..
hafta içi geceler bu durumda geçince, sinir tavan yapıyor ve ertesi sabah, akşam, bir sonraki sabah devam ediyor...

peki nasıl yatıştırılır bu sinir denen şey, her kafanı kaldırıp "anniii" diye seslendikten sonra, uykulu uykulu öpücüklerin yatışmasına yeterli aslında, hissediyor gergin olduğumu ve minicik elleriyle yanağımı okşamaya, karanlıkta bulduğu dudağımı öpmeye ve sonra nereden öğrendiğini hiç bilmediğim ve duyunca şok olduğum "naakinn on" (sakin ol) var ki beni benden alıyor..
sakinim, sakinsin, sakin..

28 Eylül 2009 Pazartesi

kaçıncı bayram..



şehir dışında babaannelerle kutlanan bayram,
şehre dönünce anneannelerle kutlanan bayram,
gece olunca arkadaşlarla kutlanan bayram,
sürekli değişen yeni cicilerle kutlanan bayram,
kırmızı ayakkabılarla kutlanan bayram,
elinde balonla, yüzünde gülücüklerle kutlanan bayram,
tüm itirazlarıma rağmen bol bol çikolata lütleterek kutlanan bayram,
kolunda çanta, içinde şekerlerle kutlanan bayram,
cebindeki paralara çıkarıp çıkarıp baktığın bayram,
bizi kahkalarla güldüren ve eriten bol kutlamalı bayram,
bayamııın tutlu osssunn, tutttlu osssun..
sahi kaçıncı bayramın senin bu, galiba sadece üçüncü :)
ama tadını çıkararak ilk bayramın..

24 Eylül 2009 Perşembe

okul-baba

Bugün ilk ve orta dereceli okullar, eğitim öğretime başladılar.
O yüzden bu kadar kalabalık, okulların önünden geçerken yükselen şen kahkalar, cıvıl cıvıl çocuk sesleri, hep neşe verir bana, genelde mutludurlar çünkü içeride olmaktan..
İşte bugün, okulda olmaları gereken bugün, sabah gittiğim diş hekiminde karşılaştık onlarla
bir baba ve iki kızı, annelerini getirmişlerdi ve sıranın gelmesini bekliyorlardı.
Baba elinde tesbihi sürekli dolaşıyordu sinirli bir şekilde, kızların elinde birer broşür onunla oyalanıyorlar, çevirip çevirip okuyorlar ya da kafalarını kaldırmamak için bahane yaratıyorlar.
Anne içeriye girince, baba bakışlarını kızlardan birine çevirdi
"unut, artık okul filan yok, bitti o hikaye, aklından çıkar" dedi
kız zaten ağlamaya hazır bekliyordu elinde mendiliyle, daha fazla dayanamadı...
hani bazen anlarsın ya tehdit olduğunu sadece, ben anladım bu öyle birşey değildi düpedüz gerçekti, görseniz siz de anlardınız..
var mı hala senin gibiler, kaldı mı, inanmak istemiyorum ama çok yakınımdasınız, hatta her yerde...
haydi kızlar okula ama nasılllllllll........

18 Eylül 2009 Cuma

şeker gibi bayram

Eskiden çok anlamlıydı, heyecanlıydı, beklenirdi.
Sonra büyüdük, artık bayramlar genelde dinlenmek için fırsat kollamak oldu, hele tatil biraz uzunsa ohhh keyfe gel..
Şimdi yine anlamlı, çünkü bayramdan pek anlamasa da bizi tekrar eski bayram havasına sokan cadı için bayram telaşeleri başlıyor.
Yeni kıyafetler, çamaşırlar, çoraplar...
'illa bayramda mı olmak zorunda bu kadar kalabalığa ne gerek var' dediğim kalabalığın içindeyiz ve bundan mutluyuz..
Daha çok ziyaret noktaları belirlendi, çünkü özlemler birikti.
tatil yok ama çok şekerli bir bayram bizi bekliyor :)

10 Eylül 2009 Perşembe

bakış


bir bakışa aşık olurum bazen

günlerce gitmez aklımdan

bir çocuk olabilir, bir dede olabilir, bir anne olabilir

bazen de bir köpek olur...

hep gözlerine bakarım köpeklerin, çok şey anlatır ve her gördüğümde o bakışları lütfen derim, lütfen bir gün benimde senin gibi bir arkadaşım olsun....

ralph'e öldüm, bittim...

açıp açıp bakıyorum ve ne şanslısın fernando diyorum her seferinde...

çatlıyorum kıskançlıktan ama çaktırmıyorum