24 Haziran 2010 Perşembe

salyangoz bana da yer varmı orada...

Uyumuyor…
Çoğu gece ben ondan önce uyumuş oluyorum, gündüz uykuları için inat ediyormuş ananeye, ama uyuduğu zamanda çook uzun oluyor uykular, geç saatte uyanıyor, bu durumda gece uyumak bilmiyor..
En geç saat 22:30 da başlıyorum uyku hazırlıklarına, dişler fırçalanıyor, pijamalar giyiliyor, binbir nazla yatağa giriliyor ve işte orada film başlıyor…
Önce bana “Ece”’yi anlat başlıyor, Ece park arkadaşı, bizimkinden biraz büyük bayılıyor o yüzden ona, uyumadan önce mutlaka bir posta Ece dinleyecek…
Ece bitiyor sonra papunze anlat (Rapunzel oluyor kendileri)
Ne kadar uzun saçları olduğunu ballandıra ballandıra anlattıktan sonra, mutlaka sütünü istiyor, ama sıcak olmasın ılık olsun talimatlarıyla mutfağa gidiyorum, getirdiğim süt mutlaka beğenilmiyor, ağlama nöbetleri arasında sütü ya biraz daha ısıtmaya ya da biraz daha soğutmaya gidiyorum..
Süt içildikten sonra yine dişlerini fırçalamak istiyor, bir ağlama nöbeti daha geçirdikten sonra onu da hallediyoruz, bu seferde ben yatakta uyumayacağım salonda uyuyalım başlıyor…
Yastık yorgan taşınıyor salona tek derdim uyusun, umurumda değil artık düzen alışkanlık falan filan…
Salonda kurulduktan sonra ortam başlıyor yine masal seansımız, anlatıyorum anlatıyorum, "gene" anlatlar hiç bitmiyor…..
Saat çoktan gece yarısına yaklaşmış oluyor..
Zaten mayışmış olan ben bazen masalların arasına o gün olanları katıyorum istemeden, ofis ile ilgili olmuş olan şeyler aklımdan geçerken tamda uykuya yenilmemeye çalışırken, “kırmızı başlıklı kız kahve içerken telefon çalmış” ya da şu sıralar dünya kupasının etkisi olsa gerek “pamuk prenses ormanda yürürken ofsayta düşmüş” dediğimi çok net hatırlıyorum ama cümleleri bir türlü toparlayamıyorum. Sonrasını zaten hatırlamıyorum….
Gün bitmiş oluyor benim için, sonra onun ne zaman uyuduğunu ne kadar daha konuştuğunu hiç bilmiyorum, gözümü açtığımda babası yatağına yatırmış oluyor çoğu zaman…
İşte böyle gecelerde salyangozlar gibi bir kabuğum olsa diyorum bazen, girsem içine ohh kafamı dinlesen biraz….

23 Haziran 2010 Çarşamba

yağmur altında teo



seviyorum adamın tarzını, rahatlığını en çok da şarkılarını...
akşam üzeri öyle bir yağmur yağdı ki dedik konser kesin iptal, aradık sorduk konser var dediler..
hava da açmış gibi görünüyordu, hazırlandık haziran ayındayız diye yağan yağmura inat elbiselerimizi sandaletlerimizi giydik konsere gittik, ama her ihtimale şarkı şemsiyelerimizi almayı unutmadık..
açık hava tiyatrosuna girdik, koltuklarımızı bulduk, koltuklar ıslak diye üzerlerine minder koymuşlar onlarda biraz nemli gibi geldi, gittik mendiller bulduk, minderlerin üzerine yaydık, oturduk...
kafamı kaldırdım yağmur başlıyor galiba dedim :))
ve başladı...
1 saat yağdı ...
şemsiyeler dans ederken işe yaramadı, gittik pembe yağmurluklar bulduk kendimize :))
hiç abartısız ıslanmayan tek bir noktamız kalmadan teomanı dinledik...
algıda seçicilik, ne kadar çok yağmur ve ıslak ile ilgili şarkısı varmış onu farkettim :))
repertuarını meteorolojiden aldığı haberlere göre mi belirlemişti bilmiyorum ama
"bir yaz günü bir yaz günü
hiç bu kadar üşüdün mü?
rüzgar gülü rüzgar gülü
hiç ölümü düşündün mü?
diyerek başladı konsere, bir yaz günü bu kadar üşüdüğümü hiç hatırlamıyorum. ayaklarım dondu resmen, eve geldim sıcak bir çikolata yaptım kendime ve haziran ayında battaniyeye sarılı vaziyette sıcak çikolatayla ısınmaya çalışarak bitirdim geceyi...
teoman ise
"yağmur yağmur çoook uzaklardan çağırıyor, gelirsen severim diyor"
diyerek bitirdi geceyi...

18 Haziran 2010 Cuma

şimdi böyle

Şu sandalye şezlong,
Karşıdaki klimada deniz kokan bir rüzgar,
Kupadaki kahve de şıngır şıngır bir limonata,
Üzerimdeki t-shirt bikini,
Ayağımdaki ayakkabı terlik,
Ellerime sürdüğüm krem mis gibi kokan bronzlaştırıcı,
Masamdaki bir sürü kağıt Murathan Mungan kitabı,
Odadaki müzik sadece kulağımda
Olsa
Olmaz mı
Ben gözlerimi kapatıyorum
Kapattım…

16 Haziran 2010 Çarşamba

kokoşum-kokoşsun-kokoşşşş


Eğer bir gün bana birisi deseydi, bir kızın olacak ve daha yaşı üç bile olmadan
Çantası olmadan asla evden çıkmayacak
Çantasının içinde tokaları
Çantasının içinde iki tane ruju
Her yüzünü yıkama seansında “rucumu bozuosunnnn” ağlama nöbetleri..
Çantasının içinde küçük bir ayna
Çantasının içinde ojesi, parlatıcı cinsinden olanlarla idare ediyor şimdilik daha koyu renkleri keşfetmedi şükür…
Sabah ilk iş ojeleri kontrol edecek hala duruyorlar mı diye..
Pantolon nedir, neden giyilir asla bilmek istemeyecek
Eteksiz, elbisesiz gezmek istemeyecek
Giydiği bu etek-elbise türevleri mutlaka dans ettiğinde hareket eden türden olacak
Öyle dar, dans ettiğinde kalıp gibi duran cinslerden mümkünse olmayacak
Düz bir t-shirt mümkün değil giyilmeyecek
Giyilen t-shirtlerin üzerinde mutlaka kız resmi olacak ve mümkünse pembe olacak
Dolaptan bütün her şey darmadağınık olma pahasına sabahları kaşla göz arasında o t-shirt seçilecek..
Saçlar dans ederken dağınık, diğer zamanlarda uzun toplanacak
Her saçları toplayıştı “ama at tuyyuğu yapma uzun topla” diye kalıp cümle kullanılacak
At kuyruğunu nasıl bir şey düşündüyse artık kendi kafasında..
Ama ben büyüdüm cümlesi günde en az beşyüzbin kez tekrarlanacak…
Baba bana anne terliği al cümlesi de günde en az beşyüzbin kez tekrarlanacak..
Minicik tombiş parmaklarını annesinin parmak arası terliklerine yerleştirmeye çalışacak..
Yok daha kullanamaz öyle terlik, hem onun numarasına göre bulamayız itirazlarıma rağmen, bir güzel yerleştirecek parmakları bulunan terliklerin içine ve şıppıdı şıppıdı dolaşmaya başlayacak sokaklarda…
Hayır biraz kokoş bir anne olsaydım bu kız bana benzedi diyebilecektim ama hiç değilim..
Lütfen birisi babasına bu hallerin geçici olduğunu söylesin….

10 Haziran 2010 Perşembe

düzenle

bugünlerde düzen takıntısı geldi musallat oldu bana yine, başak burcuyum, alışkın olmam lazım bu hallere aslında ama ben bile alışamamışken çevremdekileri bunaltıyorum iyice...
sürekli aklımda bunu bitirdiğimde neresini düzenlesem fikri dolaşıyor..
iş yerinde bütün klasörler elden geçti, tek tek fihrist yapıldı, is-pis-toz olmuşlar değiştirildi
ve bunların hepsini stajyerlere yaptırmak yerine kendim yaptım çünkü böylesini seviyorum
onları düzenli görmek güzel, düzenlemek ayrı güzel..
rahatlamış hissediyorum, beni herhalde bir tek başak burçları anlayabilir
evde de aynı şekilde bir türlü rahat oturamıyorum çünkü kafamın için çekmeceleri kurcalıyor
sadece kafamın içi değil ellerimde kurcalasın diye gece yarılarına kadar çekmece deşeliyorum
ve evet rahatlıyorum...

burası hobi bahçeleri
yeşillikler içinde geniş bir arazisi olan amca, bu araziyi bölmüş hepsinin içine küçük birer kulübe yapmış ve her bir bahçeyi uğraşmaktan zevk alan insanlara kiraya vermiş
bir arkadaşımızın burada bahçesi var, kendi bahçelerine çim ekmişler, ortasında kocaman bir kiraz ağacı ve küçük bir bölümünde domates-biber-salatalık ve çilek var..
nasıl zevkli bunlarla uğraşmak, akşam üzeri iş çıkışlarında uğruyoruz biraz toprakla uğraşıp sonra mangal keyfi yapıyoruz..
bir tane de kendimize istiyoruz ama mümkün değil boş bulmak hepsinin kiracıları var ve kimsenin bırakmaya niyeti yok...
aslında ne güzel dalında o gün kızarmış kirazları, domatesleri yemek..


ayrı bir huzuru var buranın o kadar çok gidip geleceğim ki en sonunda bulacağım bir tane boş bahçe buradan kendimize kararlıyım...

2 Haziran 2010 Çarşamba

çilek

çilek ne kadar dedim
2,5 ama sana 2 olur dedi
niye tanışıyor muyuz dedim uyuz bir sesle
yoo sadece çilek gibi pembe gözlüklerin için dedi

ve ben o amcadan o çilekleri aldım...