26 Şubat 2010 Cuma

hafta biter, iş biter...

cuma akşamüzeri,
hafta bitti, işler pazartesi devam etmek üzere bitirildi.
kahve kokusu eşliğinde hafta sonunun planları yapılmaya başlandı,
kurabiye tadında bir hafta sonu olsun...

ilk karşılaşma



bütün gününü bilgisayar başında geçiren bir annenin kızı hiç tanışmamıştı kendileriyle, çünkü bütün günü geçirince karşısında anne akşam eve gelince adını bile duymak istemiyor, bazen babası fotoğrafları yüklerken görüyordu ama pek ilgisini çekmiyordu.
taaa kii teyzesi barbie bebekleri, onların tokalarını, rujlarını, kıyafetlerini gösterene kadar, o kadar şaşırdı ve ilgisini çekti ki hayran hayran izledi, inceledi, giydirmeye çalıştı, toka taktı, çıkardı ve tombul parmaklarla kendince yaptı birşeyler.
yine de sınırlı ilişkide fayda var dedik ve bir daha karşılaştırmadık birbirleriyle ne kadar geç buluşurlarsa o kadar iyi daha sonra hiç kopamayacaklar nasıl olsa.



22 Şubat 2010 Pazartesi

neşeli mi hayat?



çoğu zaman değil..
burada hep güzel şeylerden mi bahsetmeli, hatırladığında okuduğunda yüzünü gülümsetecek olanlardan..
öyle değil işte hayat, burası da değil..
güzel başlayan bir cumartesi öyle devam etmedi maalesef annemin en yakın arkadaşı benim de
en neşeli, en şen kahkahalı, en uzun süre telefonda konuşabilen, en sevdiğim teyzemdi..
Dilâ'ya "aşure" diyordu, herkesten bişeyler almış ve güzel bir karışım olmuşsun derdi..
"boynumda siyah bir eşarp" yazmış oğlu, boynumda siyah bir fular...
nur içinde yat...

cumartesi günü ve devamı kötü geçince pazarda canım hiç birşey yapmak istemedi
bir sürü saçma sapan şey düşünüyorum
çeşitli senaryolar geçiyor aklımdan, hepsi mi kötü olabilir ama oluyor işte...
başak burcu olmanın dayanılmaz ağırlığı sanırım..
neşeli hayat filminin dvd'si çıkmış, sinemada izleyememiştik diye eşimde almış gelmiş
pazar gecesi oturduk izledik
ufff dedim yani ne var bu adamda beni iten, hiç hoşlanmıyorum, bi türlü sevemedim yaptığı hiç birşeyi ve kendisini kısacası kötüydü...

pazartesi başladı hatta salı oldu
bir şekilde devam ediyor hayat bizim için
neşeli mi peki şu an için değil...

19 Şubat 2010 Cuma

19 şubat

Çocukluğumdan beri hafta sonları gittiğimiz evdi orası. Hep kalabalık, her odası dolu, her odasında bir bavul olan kocaman bir ev.
“Hayat” diyorduk o zamanlar kapıdan girdiğimiz zaman ilk önümüze çıkan bölüme, geniş bir yerdi, yorgunlukla eve girdiğin zaman hemen kendini bir yere attığın ve en çok muhabbetin yapıldığı en çok kıkırdak sohbetlerin geçtiği yerdi ve ben en çok o bölümü seviyordum belki hayat gerçekten orada akıyordu.
Şimdi yazdıkça evin kokusunu duyuyorum burnumda, o yaz sıcaklığında serin kokuyu duyuyorum ya da soğuk kış gecelerinde sımsıcak kokusunu.
Kocaman bir bahçesi vardı ama öyle bildiğimiz bahçelerden değil avlu deniyordu oraya da. Büyük saksılar içinde çoğu zaman teneke kutular içinde sardunyalar vardı rengarenk. Bir çeşme vardı avluda betondan yere yapılmış büyük bir şey, onun içine girip birbirimizi ıslattığımızı hatırlıyorum, avlunun ortasında büyük bir ağaç ve bir sürü kedi hatırlıyorum.
Kocaman bir mutfak ve tel dolaplar vardı o zaman burun kıvırdığımız eskidi bunlar artık dediğimiz ama şimdi olsa baş köşeye getireceğim dolaplar. Büyük tencerelerde pişerdi hep yemek çünkü hep kalabalıktık, büyük sofralarda çoğu zaman biz çocuklar ayrı yerde yerdik yemeklerimizi, sığamazdık çünkü hep birlikte aynı masaya.
Her hafta sonu giderdik 9 kuzen anneler babalar mutlaka orada olurduk.
4 kız torun her hafta sonu evcilik oynardık, mutfakta ıvır zıvır ne varsa odalara taşır iki odayı paylaşır birbirimize misafir olurduk. Odalar boştu nasıl olsa hayat “hayat’ta” devam ediyordu. Koltukların yerlerini değiştirir evin altını üstüne getirir, dolapta ne bulursak giyer, takar takıştırır bütün günü geçirirdik. Caddeye bakan bir penceresi vardı, çok sıkıldığımız zamanlar onun önüne oturup tek mi çift mi oynardık. O zaman o küçük kasabada araba sayısı belli, geçen arabaların plakalarından tek mi çift mi diye saatler geçirirdik.
Ana caddeye yakın olduğu için hep tozlu olan kapının önünü yıkamaya çıkardık akşamüstleri elimizde süpürgelerle, bahçeyi yıkardık kendimizden büyük kovalarla.
Hiç kimse karışmazdı o evde bize, istediğimiz gibi oynar, dağıtır, yer içer saatlerce uyurduk.
Anneannem vardı benim o evde, onun kokusuydu o evdeki, beyaz teninin, her zaman misafir ağırlamaya hazır tertemiz evinin kokusu vardı.
18 yıl olmuş o kokuyu duymayalı, o zamanlar çocuktum daha, bugün annemin sesindeki durgunluk sayesinde hatırladım tarihi yoksa unutmuştum çoktan geçip giden günler arasında..
Özlüyorum hem de çok ama biliyorum ki en çok annem özlüyor özellikle bugünlerde..


yeni üyeler geldi..

İnek çılgınlığı aldı başını gidiyor...
Bu sevimli inek ailesi evimizdeki diğerlerinin arasına katılmak için geldiler..
fotoğraflarını görünce nasıl beğendim, hemen mail gönderdim Noni'ye sabırsızlıkla yapım aşamasını ve kurumasını bekledim.
ama asıl kendilerini görmek lazımmış beğenmek için, bu kadar mı güzel olabilirler bayıldım onlara, bugün için ofisimdeki masamda duruyorlar ve baktıkça gülümsetiyorlar...
küçük notunun güzelliği, kutusunun özeni herşeyine biz teşekkür ederiz Noni
ayyy harikalar ve bugün cuma ve hava çok güzellll...



18 Şubat 2010 Perşembe

takipteler


Birkaç hafta önce kapımızın üzerine bir not bırakılmıştı sağlık ocağından gelen ve rutin takipler için uğramamız gerektiği belirtilen
Gerekli kontrollerimiz ve aşılarımız hep kendi doktorumuzda olduğu için sağlık ocağına hiç uğramıyoruz ama bu yeni aile hekimliği uygulaması kapsamında dosyaların taraması filan yapılıyormuş sanırım, eksik bilgileri olanları çağırıyorlarmış
Biz ne yaptık üzerinde durmadık tabi notu aldım panoya yapıştırdım, eve girip çıkarken gözüme çarpıyor ama beni harekete geçirmiyordu, sonra komşumuzun birkaç defa hemşirenin geldiğini söylemesi üzerine bu sabah sağlık ocağının yolunu tuttuk anne-kız çünkü ikimizi birden görmek istiyorlardı.
Tatlı bir hemşire görüşme odasına aldı bizi, elinde bir form, bir sürü bilgi o sordu ben cevapladım dolduruyoruz
* son bir ay içinde kendinizi yorgun, bitkin, bunalmış, her şeyden bıkmış hissettiniz mi?
* ev işlerinde ve çocuğunuzun bakımında destek alabildiğiniz birileri var mı?
* Son zamanlarda hiç her şeyi bırakıp gitme isteği duydunuz mu?
* Siz ya da çocuğunuz hiç fiziksel ya da sözlü şiddete maruz kaldınız mı?
* Eşiniz çocuğunuzla yeterince ilgileniyor mu?
* Çocuğunuza masal anlatıp, kitap okuyor musunuz?
Aklımda kalanlar bunlar, hepsine gereken cevapları verdim ama bir taraftan da düşündüm acaba ilk dört soruya EVET diğerlerine HAYIR deseydim uygulama nasıl olacaktı ne yapacaklardı evimize bir uzman mı göndereceklerdi ??
Her şey bu kadar modernleşti de benim mi çok geç haberim oldu acaba???

Sonra Dilâ’nın boy-kilo kontrollerini yaptılar, gerekli notları aldılar, tabi bizimki yine hiç memnun olmadı bu durumdan, hoşlanmıyor tanımadığı birilerinin ona dokunmasından ve hiç sevmiyor sevemedi beyaz önlüklü olan kadın ve erkekleri…

İşler çok yine bu aralar hava çok güzel, kaçma isteği depreşti yine bende, hala işi okul gibi düşünüp arada kaytarıyorum ama bu aralar ona bile izin yok, hiç sevmiyorum bu ayları iş yoğunluğu yüzünden, bitsin geçsin gitsin fazla yormadan..

16 Şubat 2010 Salı

birisi "mööööö" mü dedi....

Nerede, nasıl başladı bilmiyorum, belki sadece ana renklerinin güzelliği cezbetti bizi hiçbir fikrim yok ama hepsi çok şeker görünüyor gözüme. bazılarını artık evin bir yerlerine tıkıştırmış olsamda gördüğüm zaman yine gözüme hoş görünüyorlar.
Dilâ doğduğunda hediye olarak kanlı-canlı kendisini getirmeyi teklif eden arkadaşlarımız olmuştu, balkon biraz daha büyük olsa belki olabilirdi :P
şimdi yenilerini bekliyorum sabırsızlıkla işte buradan
yerleri hazır bile...

















11 Şubat 2010 Perşembe


son iki yıldır geceleri kesintisiz uyku uyuyamayan biz, tam bir haftadır uyuduktan sonra sabaha kadar kesintisiz uyuyoruz..
.
bünye şaşkın, her gece en az 3-5 defa uyanmaya alışkın tabi 2 yıldan biraz daha fazla bir süredir.

son noktayı koyduktan sonra bitti gece uyanmaları bu kadar kolaymış aslında..

1,5 yıl boyunca yatak odası ve bebek odası arasında mekik dokuyan ben, en sonunda pes edip odamıza hatta yatağımıza almıştım bizim miniği, ama tabi artık minik boyutlarını çoktan aştığından bütün bir gece boyunca bazen bir tekme, bazen bir kafa, bazen bir kol darbesine maruz kalıyorduk. o kadar yorulmuştum ki odalar arasında gidip gelmekten bu darbelere bile ses çıkarmadım uzun bir süre, alıştık onlarla uyumaya, yatağın bir köşesine kıvrılmaya...

fakat bir haftadır uyku öncesi rutinleri, bitmek bilmeyen "anlat anne, bana ..... (aklına kim gelirse) anlat anne" seansaları sonrasında uykuya dalan Dilâ gözünü sabah açıyor..

nasıl mutluyum, uyumak hatta kesintisiz uyumak nasıl güzel bir şeymiş unutmuşum tadını çıkarıyorum.

bir de hafta sonları saat 10:00,10:30'a kadar uyumak nasıl birşey onu da hatırlasam benden mutlusu olmayacak..

çok mu şey istedim acaba???

9 Şubat 2010 Salı

alev alev..


Alev alev yanıyorum
Buzlarım çözülüyor aşka
Gardım düşüyor, tutamıyorum
Korkuyorum bakışların çarpınca bana
...
...
Alev alev yandığım doğru
Küllerinden doğar mıyım sana doğru
Kendimi arıyorken olmaktan korktuğum
Yerdeyim
Sendeyim
Al beni
NeYaparsanYap!..

F.D.

5 Şubat 2010 Cuma

arabamın lastikleri kabaktır...



kolay değil, yaklaşık 745 gündür devam eden bir birliktelik..

uzadıkça daha zorlaştı ayrılmak ikimiz içinde, ama ben yine kararı senin vereceğini, noktayı senin koyacağını biliyordum, yanıltmadın beni.

bu tarihi not düşmeli, benim için tahmin ettiğimden zor oldu kabul ediyorum çok alışmışım bu duruma, çok özleyeceğim o günleri eminim yine de beni çok zorlamadan uğraştırmadan uzun ve uykusuz gecelere sebep olmadan bittiği için teşekkür etmeliyim sana..




bugün cuma ve ofis bomboş, bazı arkadaşlar denetimde bazıları hasta falan filan derken bir baktım tek başıma kalmışım. cuma günleri sakin oluyor genelde, bu yalnızlık ve sakinlik hoşuma gitti, kahvemi yaptım sadece kendim için, penceremin önünde teşekküre gelen veya yine yiyecek bişeyler arayan :) bir sürü güvercin var ve ben onlara bakarak kahvemi yudumlayarak keyifli bir cuma günü geçiriyorum, yanında da çikolata var en sevdiğimden

"arabamın lastikleri kabaktır, en sevdiğim çikolata DAMAK'tır" :)))

aslında yapacak bir sürü işim var ama bugün boşverdim hepsini nasıl olsa hiç bitmiyorlar....

güzel ve hareketli bir hafta sonu olsun...

3 Şubat 2010 Çarşamba

kar,kuşlar ve ben..


14 şubat 2004

bursaya kar yağmaya başlıyor sabahtan, biz ofiste güzel manzarada kahve içiyoruz akşama olacaklardan habersiz..
iş çıkış saatinden yarım saat önce çıkıyorum çünkü biliyorum ki böyle havalarda bizim eve ulaşmak hep zordur, ilk 10 dk boş bir araç bulurum umudundayım, süre uzadıkça umudum azalmaya başlıyor çünkü ya hiç araç geçmiyor ya da geçenlerin hepsi dolu..
bekliyorum bekliyorum ve donuyorum, yürümeye karar veriyorum, ama ev çok uzak en yakın otobüs durağına gitmeye karar veriyorum. otobüs durağına vardığımda bekleyen en az 7-8 kişi daha var. birlikte beklemeye başlıyoruz ama beklenen otobüste gelmiyor..
o yıl evli değilim henüz ve sevgilim uzaklarda gelip beni kurtarma imkanı yok maalesef,

ama bir kurtarıcıya ihtiyacım olduğu kesin yoksa az sonra donacağım burada.

sonra metro istasyonuna yakın olduğum geliyor aklıma, metro ile ulaşabileceğim arkadaşımı arıyorum evde oldukları haberini alır almaz koşarak gidiyorum. ohh nihayet sıcak bir eve ulaşabileceğim yoksa ofise geri dönüp geceyi orada geçirmeye düşünmeye başlamıştım.

günlerden 14 şubat olunca, gidilen ev yeni evli arkadaşların evi olunca ve evli olarak kutlayacakları ilk sevgililer günü olunca ve benim sevgiliminde uzaklarda olduğu düşünülünce, bu gece için özellikle buraya gönderildiğimi düşünüyorum ilahi güçler tarafından :))

çok güzel bir gece geçiriyoruz beyazlar arasında, yani benim için güzel bir gece onlara da sormak lazım tabiiki :))

sabah iş aşkıyla yanan ben herkes uyurken evden çıkıyorum, geceden çok söylemişlerdi oysa ki hiç boşuna uğraşma gidemezsin bu havada diye..

ama yok ben inatla gideceğim, dün gece yeterince üşümemiş yollarda kalmamışım sanırım, biraz daha çekmem gerekiyormuş

dizlerime kadar karların arasından yürüyorum, benden önce hiç kimsenin geçmemiş olduğu yollardan metro istasyon durağına varıyorum nihayet ama berbat haldeyim sırılsıklam...

ve süpriz
metro çalışmıyor
kar nedeniyle seferler iptal

bu durumda benim ofise ulaşmam imkansız
çaresiz geri dönüyorum, ama geceleri benimle şenlenen arkadaşlarımı birde sabahın köründe uyandırmamak için bulduğum bir markete giriyorum, yaşlı bir amcayla birlikte ekmeklerin ve gazetelerin gelmesini bekliyoruz, bu sırada bize ikram edilen çayları içiyoruz...
bursada gördüğüm en çok kardır herhalde tam 3 gün eve ve işe gidemedim..

bugünde benzer havalardan biri var dışarıda, çok kar var ve aç kuşlar, kediler, köpekler..
sabah gelirken elimdeki simitin hepsini kuşlar yesinler diye muhtelif yerlere bıraktım, az öncede çıktım fırından aldım bişeyler ve pencere kenarlarına bıraktım hepsini
anında gelip alıyorlar, birazdan gidip tekrar alacağım bişeyler yine bırakacağım
kar güzel her haliyle ama sadece sıcaktaysak ya da biraz sonra ısınacaksak...


görüntüler 2004 yılından, bursanın en işlek caddelerinden biri Stadyum Caddesinden...




2 Şubat 2010 Salı

ocak ayında olunca doğum günü...


aslında doğum gününü tam gününde kutlamayı seviyorum, yine gününde küçük bir kutlama yaptık ama şehir dışından gelmek isteyen arkadaşlarımız ve benim iş yoğunluğum nedeniyle asıl kutlamayı cumartesi gününe erteledik.
meteoroloji sürekli uyarı yapıyordu gelecek olan karla ilgili ve ben sürekli meteorolojinin sitesinden kontrol ediyordum hava durumunu, yoğun kar yağışı diyordu cuma ve cumartesi için.
cuma günü kar yağdı ve ben ohh dedim yoğun kar yağışı bu kadarsa tamam problem yok, ama o gün istanbuldaki arkadaşlarımız aradılar ve oradaki havanın ne kadar kötü olduğundan, cumartesi daha da kötü olacağından bahsettiler. dolayısıyla onların bursaya gelmesi başka bir bahara kaldı ama bizim partimsi kutlama yine cumartesi gününde..

cumartesi sabahı uyandık ve ben yine bir ohh dedim, çünkü kar yağıyordu ama yağmur gibi..

ben hazırlıklara başladım, kahvaltı evi toparlamak filan derken dışarıya hiç bakmadım bir daha, telefon çalana kadar, dışarıdaki kardan ancak o telefondan sonra haberdar oldum ve pencereden baktığımda şok oldum resmen..
kar yağıyordu hemde nasıl...

gördüğüm manzara ile birlikte bütün parti hevesim kaçtı çünkü hiç kimsenin gelemeyeceğini tahmin edebiliyordum..

uzun bir süre somurtarak oturdum, planlarda küçücük bir değişiklik hemen yerlerde gezinmesine neden olur moralimin, tam o durumdayken beni kendime getiren yine kardeşimin telefonu oldu. partinin baş kahramanın evde olduğunu ve partinin sebebinin Dilâ olduğunu hatırlatan küçük bir konuşma yaptı ve ben son sürat yine hazırlıklara başladım...

ee ocak ayında doğum günü olunca alışmak lazım böyle karlı günlerde kutlamaya, o yüzden ne yapmak lazımmış planlamayı en başından yapmak lazımmış, şöyle temmuz ağustos aylarına denk getirmek lazımmış doğum gününü :))

siparişlerin bir kısmını iptal etmek zorunda kaldım çok kalabalık olamayacağımız için...
yine de çok sevdiklerimiz ve en yakınlarımla 15 kişi filandık, hatta gece yoğun kar yağışı nedeniyle evlerine dönemeyen arkadaşlarımızla birlikte partiyi pazar gününe kadar uzattık..

parti oldu, güzelde oldu, parti kızı çok eğlendi, en çok mum üfleme ve pasta kesme kısmında mutlu oldu..

işte küçük detaylar...









1 Şubat 2010 Pazartesi

bugünün notu

uzun zaman oldu yine
bu arada karlı ve karlı olduğu için daha az kalabalık bir doğum günü partisi, bir kaç ufak kutlama, sohbet, muhabbet, küpe takma macerası, kar, bol yemek, Avatar, ufak hastalıklar vardı ama bunlardan hemen önce unutmamak için bugünün notu
sabah saat 08:00 ve dün gece uyumamak için direnen miniğin sabah uyunmakta zorlanan durumları

bir türlü ayılamıyor, gözlerini açamıyor ve yataktan kalkamıyor

hadi annecim diyorum bak ben giyindim işe gideceğim, seni de nene'ne götüreceğim uyan artık

arkasını dönüyor yine yatakta ve gözler kapanıyor

sonra aklına ne geliyorsa tekrar bana dönüyor ve

"anne tamam uyandım, sonra sen işe gidersen, ben nene'me yalnız başıma gidemem ki"
Dilâ : 2 yaş 10 gün...
nene: annem, özel isteği sonucunda Dilâ nene diyor anneme, eskiden kalan bir isteğiymiş annemin..